Yaşasın “Body Language”

Her lafa “I can’t speak Dutch, English please“ den sonra karşındaki adamın 7 sinden 70 ine su gibi İngilizce konuşuyor olması can sıkıcı, daha can sıkıcı durum ise senin adamı anlayamaman. Buraya geleli 17 ay olmuş, insanlarla konuşurken hala sorun yaşıyorum. Aslında konuşurken değil de, dinlerken, anlatıyor anlatıyor ben bir şey anlamıyorum. Herkesin tersine ben konuşabiliyorum ama karşı tarafı anlayamıyorum. Ya da anladığımı sanıyorum meğer tamamen yanlış anlamışım. Dolayısıyla çok komik hikayeler çıkıyor ortaya ? bunları sevdiklerimle paylaşırken çok gülüyoruz. Halbuki ”his dünyam” çığlıklarla ağlıyor 🙁 aşırı üzülüyorum ama asla çaktırmıyorum.

Çalışmaya, çabalamaya, iki laf anlayacağım diye kendini parçalamaya devam…Dedim ya ben herkesin tersine konuşuyorum ama anlayamıyorum. Bunu çok merak ettim ve araştırdım. Sonuç: Ben dinlemeyi bilmiyormuşum, yani insanları dinlemiyormuşum. (Bunu Mahir’e söylemedim. Ben sana 15 yıldır diyorum zaten diyecek diye.) Tabi bunu bu kadar yıl sonra öğrenmiş olmam ailem, yakın çevrem, arkadaşlarım için pek iyi olmadı, zaten onlardan birinden bir beddua aldım ki 17 aydır insanların ağızlarının içine baka baka pür dikkat dinleyerek ne dediklerini anlamaya çalışıyorum.

Buraya gelmeden önce kendimi dil öğrenme konusunda çok yetenekli sanırdım. Yabancı dile yatkınlığım var derdim. Şimdi çok gülüyorum bu söylediklerime ? aşırı ağır öğreniyorum, bu durumu yaşa bağlamaya da dilim varmıyor bir türlü.

Yurtdışında farklı bir dil konuşacaksan şu aşamalardan illaki geçiyorsun.

1) Seninle iletişime geçmiş ”tatlı tatlı” konuşan kişinin yüzüne mal mal bakmak.

2) Onu anlıyormuş gibi kafa sallayıp, sırıtma.

3) Pardon deyip cümleyi tekrarlatıp zaman kazanma.

4) Konuşan kişinin söylediklerinin toplamından ne demek istediğini tahmin etmek.

5) Anlayabilmek ve sohbet edebilmek.

Size şu anda hangi aşamada olduğumu söylemeyeceğim, ama çoğunu sizin çok güleceğiniz, benimse mazimde bir yara olarak hatırlayacağım şekilde tamamladım.

Şey çok komikti mesela; ilk zamanlar çocukları okula bırakıyorum. Öğretmen bir şeyler anlatıyor. Kibar bir şekilde göz teması kurarak yüzümde hafif bir gülümsemeyle kafamı sallayarak her söylediğini onaylıyorum. Ama hiçbir şey anlamıyorum. Öğretmen sözünü bitirince teşekkür edip bu söylediklerini bana mail olarak göndermesini rica ediyorum. Öğretmen şaşkın, ben pişkin ayrılıyoruz.

Valla ben de bu durumdan çok mutlu değildim, Eve git, maillerden öğretmenin attığı maili çevir, anlamaya çalış, yapacak bir şey yok, şartlar…

Bir de şu anıyı hiç unutmak istemem; kızım piyano dersinde öğretmeniyle bir sorun yaşamış. Müdür sınıfa girmiş niye aileyi niye aramadınız diye öğretmene kızmış, sonra Ada’yı görünce neyse aramayın, mail gönderin demiş. Akşam Ada eve geldi olayı anlatıyor bana, sana mail atmanın daha doğru olacağını düşündüler anne diyor. Adamlar biliyorlar başlarına geleceği, benimle telefonda konuşmak… Verem ederim adamı net!

Sadomazoşist gibi bir şey oldum burada, çok zorlanıyorum dil konusunda ama alttan alta da zevk alıyorum bu işten, yeni kelimeler, yeni insanlar yeni hikayeler…Karmakarışık bir ruh halindeyim, bazen her şey aşırı yolunda, bazen tepetaklak. Hayat sürprizlerle doluysa akvaryumdaki balığın kediyi yemesi kadar şaşırtıyor hayat beni. Yaşadığım her şey iyisiyle kötüsüyle benim. Benim kararlarım, benim doğrularım, benim yanlışlarım, benim hayatım. Kollarımı kocaman açtım hepsini kucaklıyorum. Önümde upuzun bir yol, İngilizceden sonra bir de bunun Dutch’ı var. Gözlerimi kısıp, elimi alnıma koyaraktan uzaklara taa ufuk çizgisiyle kızıl gökyüzünün kesiştiği noktaya bakıyorum, geleceğimi görmeye çalışıyorum, yaşın ilerlemesiyle beraber görüntü flu, Don’t panic! Gözlüğümü getirin, Dolce&Gabbana olanı?

(Visited 11 times, 1 visits today)