Sevgililer gününün ortaya çıkması inanılmaz üzücü bir olayla başlamış. İmparator 2. Claudius ülkesini kendine özgü katı kurallar ile zalimce yönetirmiş. Ordusunda savaşacak asker bulamayınca aniden tüm nişan ve evlilikleri kaldırmış.
O dönemde Roma’da yaşayan Aziz Valentin, çiftleri gizlice evlendirmeye başlamış. Bunu haber alan İmparator, Takvimler M.S. 14 ŞUBAT 270’i gösterirken Aziz VALENTİN’i öldürtmüş.
İşte, o gün bugündür, 14 Şubat sevgililer günü olarak kutlanıyor.
Buraya kadar olan kısmı herkes biliyordur zaten. Hikaye üzücü ama sevginin, aşkın önünde kim durabilmiş ki imparator Claudis dursun diyerek sazı ben alıyorum elime.
Dünyanın sınırsız kaynaklarını suyunu, havasını, iklimini çarçur etmiş insan topluluğuyuz. Bu durumun farkında olup, bu gidişatı durdurmak adına, projeler üreten, çalışmalar yapan bir kitle var. Bunun yanı sıra durumu kavrayamamış, farkındalığı bile olmayan diğer kitle. Bir de gidişatın farkında ama umursamadan bencilce yaşayan üçüncü kitle…Biz elle tutulur gözle görülür problemlere o kadar odaklanıyoruz ki asıl ana problemi kaçırıyoruz. Bu dünyanın en büyük problemi ”sevgisizlik”.
Çocuğumuzu sevmekten korkuyoruz. Neden? ”Şımarırmış”. Sevgilimize sevdiğimizi söylemiyoruz. Neden? ” Bizden uzaklaşırmış”. Arkadaşlarımıza, dostlarımıza sevgimizi göstermiyoruz ki ”cool” kalalım.
İşimizi, işyerimizi sevdiğimizi söylersek ”ağır olmayız”. İşverenimizi seversek “yalaka oluruz”. Anne babamızı çok seviyorsak ”pısırık”, doğayı seviyorsak, koruyorsak ”deli”, hayvanları çok sevip sahipleniyorsak “aklımızdan zorumuz var” ve yine hayvanları sahipleniyorsak kadınsak ve bekarsak “evde kalmış kız kurusu”, sevdiklerimize onları çok sevdiğimizi her yerde söylüyorsak ”hafif insan”, sevgiyle baktığın yüze gülümsüyorsan ”alık“sındır.
Birbirimizi sevmeyelim diye, gelenekle görenekle bir güzel paketleyip, din iman ile kurdeleleyip bize dayattıkları yaşam biçimi bu.
Ve maalesef yaşadığımız toplumda kabul görmek-beğenilmek adına, içimizde sonsuz bir sevgi kuyusuyla doğmamıza rağmen; büyüdükçe, geliştikçe, olgunlaştıkça içimizdeki sevgi kuyusunu kurutuyoruz. Bir insanın kalp kası büyüdükçe içindeki sevgi nasıl azalır? Bir insan sevmekten ya da sevilmekten neden bu kadar korkar? Temel sorun bu. Her insanın içinde zaten sonsuz bulunan sevgiyi biz verdiğimiz eğitimle, göreneklerimizle, mahalle baskılarıyla tertemiz kalplerden siliyoruz. Hiç bir şey yapmasak büyük ihtimalle daha az zarar veririz.
Ben bir buçuk yıldır Hollanda da yaşıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım kendi ülkemde yaptığım tespitler. Burası için henüz bir şey söyleyemiyorum. Bir yıldır zaten corona morona derken ülkeyi tanıma fırsatım henüz olmadı. Ama bir eğitimci olarak geldiğim günden beri gözümden kaçmayan, benim ülkemde maalesef göremediğim ama burada bir yaşam biçimi haline gelmiş gönül bağıyla yapılan şeyler var. Okulda hiçbir çocuk bir diğerini aşağılamaz, dalga geçmez. Sınıfın en çalışkanı ya da en tembeli yok. Ev ödevleri; hayvan beslemek, kimsesi olmayan insanlara mektup ve kart göndermek, komşuya kek yapıp götürmek gibi aşırı insani şeyler. Yani yaptıkları, çocukların içinde zaten fazlaca olan sevgiyi büyütmek, ortaya çıkarmak.
Bugün, diğer günlerden farklı olsun. Sesimiz, sözümüz sevdiğimizi söylesin.
Sevgi sesi canlıdır, heyecanlıdır, şefkatlidir, ta gönülden gelir.
Seni Seviyorum, iki kelimedir. Basit, yalın ama içinde dünyanın en yüce enerjisini taşır. Sıkça kullanın. Size kullanıldığında kalp ritminiz artar, endorfin hormonunuz çalışır, hafif bir ateş basar, sonuç olarak, yanaklar pembeleşir, cilt sıkılaşır, enerjik olur, yerinizde duramazsınız, gençleşir güzelleşirsiniz. Her bünyeye uygundur, aç karına, tok karına, her koşulda söyleyin.
Dip not; çocuklardan uzak tutmayın, ulaşabilecekleri yerlerde daha sık kullanın.
Sevgililer gününüzü kutlarım.